Büyülenmek için şiir ara

19 Mart 2017 Pazar

BENİM LOKOMOTİFİM

   BENİM LOKOMOTİFİM
   Gözleri kendisini yarışma boyunca gözünü kırpmadan izleyen babasını aradı. Babasıyla yaptıkları arabasının demir kısımlarına tutunarak kalktı. Babası kaldırmamıştı düştüğü yerden ama babasının gözünün nuru, alnının teri demirleri, pekâlâ babasının elleriymiş gibi düşünebilirdi. Gitmişti işte. Âdemin babası Sedat amcaya sarılışını izledi. Sedat amcanın, gururla ışıldayan gözlerini, Âdem’e aslan parçam deyişini buruk bir şekilde seyretti. O gün günlüğüne, “Ben yarışmanın en iyi arabasını yapan herkesin imrenerek keşke benim babam olsaydı dediği Deli Salih Ustanın Yenik Savaş’ı.” yazacaktı.
    Salih usta eline aldığı demir parçasıyla oyuncağıyla zevkli bir oyuna dalmış çocuk mutluluğuyla çalışıyordu. Savaş, yine babasına Kozlu’daki ilk yerli lokomotifi nasıl yaptığını anlattırıyordu.
“1941 yılları, devlet yeni lokomotiflere bir sürü para veriyor. Hurda diye kenara atılan parçalarla çalışır vaziyette bir lokomotif yaparım dedim. EKİ Genel Müdürü İhsan Soyak’dan hurda parçalar ve mesai dışında çalışmak için izin istedim. Ve izni aldım. Savaş’ım boşuna Deli Salih Usta demezler bana. Aklım yitik diye değil gözüm karadır diye deli, demirin dilinden iyi anlarım diye de Usta derler. Ben bu lokomotifi onca yoklukta yaparım dedim yaptım da. Yarın lokomotifimi çalıştıracağım diye herkese haber verdim. Meyve veren ağacı taşlarlar derler, hoşnut olmayan, çekemeyenler boruların içine kum doldurmuşlar. Ertesi gün herkesin önünde benim lokomotif çalışmıyor. Bir de ceza kestiler hurda parçaları boşa harcadım diye. Alaycı bakışlara aldırmadım. Emindim benim demirim bana ihanet etmezdi. Eniştenle söktük parçaları, sabotaj olduğunu anladık. Boruların içine kum doldurmuşlar. Salih ustaya vazgeçmek yakışır mı? Yeniden çalıştırmayı başardım. Böylece Zonguldak Kozlu’nun ilk yerli lokomotifini bu eller yaptı.”
Savaş babasını tekrar tekrar dinler, babasıyla gurur duyardı. Savaşa göre, babasının demir sevdasıyla öyle şekilden şekle giriveriyordu demirler, sıcaklık olamazdı demiri böyle eğip büken. O babası gibi Deli Savaş Usta olmak istiyordu. Ama şu araba yarışmalarında yenilgileri yüzünden “Yenik Savaş” olup çıkmıştı. Yenilmekten değil de babasının o yarışların sonunu izleyememesinden sıkılmıştı. Hem babası demir ustasıydı. Ya Savaş? Onun becerebildiği hiçbir şey yoktu. Ne arkadaşı Âdem gibi en kötü arabayla bile birinci olabiliyordu ne de ablası Özden gibi korkusuz olabiliyordu. Keşke ablası gibi o da babasına benzeseydi. Bugün günlüğüne “kendi lokomotifini yap, çalışmazsa vazgeçme; çalışmak zorunda çünkü o lokomotifi sen yapacaksın.” yazdı.
      Salih Usta neşeli bir türkü eşliğinde Savaş’a demirleri nasıl işlediğini öğretiyordu. Savaş babasının işiyle uyumlu bir biçimde dans edişini izlerken aklına yazdığı hikâyeler, şiirler geldi. O da geceleri bir köşeye çekilip kelimeleriyle dans ediyordu. Kalemin ucundaki şarkıyı bir tek o duyabiliyordu. Duyduklarını kâğıtlara anlatırken yepyeni dünyalar keşfediyor, her cümlesinde kendisini de keşfediyordu. Tıpkı babasının işiyle olan dostluğuna kendisinin şahit olduğu gibi, babasının da onun dünyasını keşfetmesini çok isterdi. Salih Usta oğlunu kendisi gibi demir ustası olarak yetiştirmek, dükkânını oğluna emanet etmek istiyordu. Savaş babasının bu hayallerini biliyordu. Zaten kendi hayalleri daha kurduğu anda yenik düşüyordu. Sen Yenik Savaş’sın kurduğun iki-üç cümle mi sana zafer kazandıracak, diye söylendi kendi kendine. Kendine haksızlık etmesi bir yana iki-üç cümle dediklerine haksızlık ettiğini asla öğrenemeyecekti. Babasının oyuncaklarıyla oynarken hep yenik düşecek ve kendi oyuncaklarını sakladığı yerden çıkardığında oyun bitmiş olacaktı. Ve belki de kazandığı zaferlerin kupasını kendine hiç yakıştıramayacak, o hep yenik kalacaktı. Yarın günlüğüne o lokomotif çalışmaz, sen Salih Usta değilsin, savaşma. Kesilen cezaya razı ol yazacaktı.
       Necip fazıl’ın Ben adlı şiirini okuyordu. İlk iki dizesi Savaş’ı çok etkilemişti. Günlüğüne not aldı:
“Ben, kimsesiz seyyahı, meçhuller caddesinin;
 Ben, yankısından kaçan çocuk, kendi sesinin.”
Daha sonra demir seslerinin gürültüsü arasında kaleminin sesini duyamaz oldu. Kalemini bıraktı ve Salih Usta’nın demirlerini tuttu. Hikâyeleri, şiirleri onun sığınağı olmaya devam etti. Ama hep kendine sakladı. Kimsenin onun dünyasını keşfetmesine izin vermedi. Savaş sesinin yankısından kaçtı.
...
    28.07.2015
   Emre, babasına yazdığı kitabın kurgusunu anlatıyordu. Kitabı ha- lası Özden’den esinlenerek yazmıştı. Küçüklüğünden beri halasını çok severdi. Babası, cesaretin halana benziyor, derdi. Özden o zamanların kız çocuğu okutulmaz düşüncesini yerle bir etmiş Salih Usta gibi bir babası olmasına rağmen yolundan dönmemişti. Babası, nasıl olsa iki güne geri döner ne yapar elin memleketinde? Parasız kalınca pilotluk sevdasından vazgeçer, diye düşünmüştü. Fakat Özdenin demirler kadar kolay şekil almaması Deli Salih Ustanın direncini kırmıştı. Özden askeri pilot olmuştu. Gençliğinde babasına “baba o çok sevdiğin demirlerini bana yük diye yüklesen bile yüklerimi gökyüzünde uçuracağım” demişti. Dediğini yapmıştı. Ve o zamanlarda Türkiye’nin umudu olabilecek zorlu çalışmaların sonucu olan bir uçağı denerken sabotaj olduğu düşünülen bir arızayla hayatını kaybetmişti. Emre’nin araştırmalarına göre o uçak zamanının en iyi uçaklarından biri olabilirdi. Ve ülke için büyük bir önemi vardı. Halasının yeri gökyüzüydü onu toprağın altında unutmak haksızlıktı. Kitabı yazma sebebi onu yaşatmaktı. Ama ortada büyük bir sorun vardı. Emre halasını hiç tanıyamamış, sadece hikâyesini dinlemişti. Ve dinledikleri tam olarak halasının nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu anlamasına yetmiyordu. Onu tanımayı, her gününü onunla geçirmeyi ve mutluluklarına, üzüntülerine, direnişine, yapabileceğine olan inancına şahit olmayı çok isterdi. Kitabında bir şeylerin eksik olduğunu düşünüyordu ve yazalı iki yıl olduğu halde daha yayınlamamıştı.
Savaş yıllarca kendisine gizlediklerini ortaya çıkarmanın vaktinin geldiğini anlamıştı. Korkuyordu. Ve yıllarca onu korkutanın gizli dünyasının keşfedilmesi değil de kocaman dünyasının küçümsenmesi olduğunu fark etti. Hâlbuki dünyasını küçümseyen sadece kendisiydi. Bu sefer durum farklıydı. Oğlunun kitabını bitirmesini istiyordu. Emre’nin yazdıklarını kafesinden çıkarmasını özgür bırakmasını istiyordu. Günlüğünü getirdi ve Emre’nin ellerine bıraktı. Ablası Özden’i o günlükten daha güzel hiçbir şey anlatamazdı. İçinde çocuksu bir heyecan vardı. İlk defa kendinden başka birisi onun gizli dünyasına adım atacaktı. Hikâyeleri, şiirleri, anıları keşfedilmeyi bekliyordu. Emre oğluydu ama aynı zamanda iyi bir yazar ve yayımcıydı. Bu heyecanını ve korkusunu  biraz daha arttırmıştı. Emre’ye bakınca oğlunun kendi hayallerini gerçekleştirmiş olmasına imrendi. Oğlunun gençliğinde yazdığı kitapları, hiçbir yayınevinin beğenmemesinin onu yıldırmayışını hatırladı. Artık vazgeçmesini kendini çok yıprattığını söylemeye kalksa da Emre  “yazacağım baba, daha iyisini yazacağım. Biliyorum yapabilirim sadece sesimin yankısını arıyorum. Dağ ne kadar büyükse o kadar güçlü bağıracağım. Sesimin yankısını herkes duyacak” demişti. Savaş oğluna hayranlıkla bakmış, Yenik Savaş’tan da yenilgiyi kabullen demesi beklenirdi zaten diye kendi kendine söylenmişti
 Emre babasının günlüğünü okumayı bitirdi. Şaşkındı, mutluydu, heyecanlıydı. Babasının kaleminin bu kadar kuvvetli oluşuna ve bundan hiç haberi olmamasına çok şaşırmıştı. Halası Özden’i tam anlamıyla tanıyabilmişti. Ve kitabı birkaç değişiklik yapmasıyla eksiksiz olacaktı. Parçalar yerine oturmuştu. Babasının kitapta ki yeri bambaşka olmalıydı. Özden’in küçük erkek kardeşi, keşfedilmeyi beklerken üzerine demirler yığılmış ve kendinde o demirlerden kurtulacak gücü bulamamış gizli bir hazineydi. Ve Emre keşfettiği hazinenin heyecanını yaşıyordu. Hemen babasının yanına gitti. “Baba neden bu zamana kadar bana yazdıklarından hiç söz etmedin” dedi. Savaş “boş ver oğlum yaş olmuş yetmiş dört  bunca yıl bana sırdaş oldular öyle kalsın artık” dedi. Emre, “babacığım ben iyi bir yayımcıyım ve iyi bir eserin peşini bırakmam işime ihanet anlamına gelir. Bütün bunların senin ölümünle birlikte ölmesine izin veremezsin” dedi. Savaş oğluna hak vermişti. Ayrıca bu konuda bilgili birisinin yazdıklarını bu kadar önemsemesi ona güç vermişti. İhtiyar yüreği zafere yaklaştığını hissediyordu. Kendine haksızlık ettiğini anladı. Savaş yenik falan değildi, sadece kendine ait olmayan bir arabadaydı. Kendi arabasını keşfettiğinde ise yarışın hala bitmemiş olduğuna sevindi. İçinde yapabileceğine dair bir umut vardı. Umarım çok geç değildir diye düşündü.
   Emre babasına ilk basımın şimdiden ne kadar çok satıldığını haber vermek için küçük bir çocuk  gibi koşarak eve gitti. Savaş kitaba “Benim Lokomotif’’im” ismini vermişti. Emre ise kendi kitabının sonunda Savaş adlı kahramanın babası olduğunu, babasının yazdığı kitabı anlatmıştı. İki kitapta büyük ilgi görmüştü. Şimdi babasına bu müjdeli haberi bir an önce ulaştırmak istiyordu. Kapıyı açan olmadı. Anahtarını kullanarak açtı. Babasını yatağında uyuklarken buldu. İlk önce rahatsız etmek istemedi, ama sehpanın üzerinde ki kâğıt dikkatini çekti. Eline aldı okumaya başladı;
“Ben toprağın üstünde, ömrüm altındaymış yıllardır;
Ömrümü çıkardım mezarından yeri boş kalmış.
Kendi cenazeme ağlamışım yaşadıkça bunca zamandır
Yaşamaya başladım yeni, kim beni öldüm sanmış?”
Emre babasına defalarca seslendi babası uyanmadı. Gözlerinden öptü babasının ve kulağına eğildi “Savaş bitti sen kazandın Baba. Zafer senin, Yenik Savaş’ı yendin” dedi ve babasının açık kalan gözlerini elleriyle kapattı.
  Emre tüm havayollarıyla anlaşma yapmıştı. Halası Özden’in ana kahraman olduğu kitap, her yolcunun okuyabilmesi için tüm uçaklara konulmuştu. Özden hak ettiği gibi gökyüzünde kalmalıydı. Savaş’ın Benim lokomotif’im adlı eseri birkaç dile çevrilmişti. Ayrıca kitaptan esinlenerek bir sürü film çekilmişti. Savaş’ı kendisinden başka hiç kimse Yenik Savaş olarak hatırlamayacaktı.
                                                                                                  MAİDE ÇÜRÜK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Önerdiklerim;

  • Çekil Git Benden (şiir)
  • Lucy ( film)
  • Sebepsiz Fırtına ( şarkı)
  • Aşk ve Gurur ( kitap)

Translate