Büyülenmek için şiir ara

19 Mart 2017 Pazar

VEFAYA ÇEYREK KALA

   Radyodan eve dönerken her zaman ki gibi işten dönmenin huzur verici hali yoktu üzerinde. Bu akşam garip bir şekilde radyo ya ne kadar bağlı olduğunu anladı. Asude için işi bir çeşit tedaviydi. Düşünceleri taksici gencin adresi sormasıyla bölündü. Vefa Apartmanına gitmek istediğini söyledi. Ne var ki adresi iyice tarif etmesi gerekirdi her seferinde. Bu durumu apartmanın taşıdığı isim gibi uğranmayan yerlerde, unutulmaya yüz tutmuş olmasına yorardı. Ve her seferinde evinin adresinin bilinmemesine nedenini anlamadan içerlerdi.
      Evine geldiğinde komşusu Nebahat ablayı gördü. Yine olanca sıcaklığıyla Asude’m nasılsın? Diye sordu. Nebahat abla anneannesinin dostu, sırdaşıydı. Kim bilir belki de sırf anneannesinin ismini taşıyışından; Asude’yi hep dostuna benzetir, görünce gözleri ışıldardı. Anneannesine benzetilmesi hoşuna giderdi Asude’nin. Özellikle de dedesinin öyle bir seslenişi vardı ki Asu’m derdi. Asude’nin bu kelime deki buram buram sevgi olanca sıcaklığıyla içine işlerdi. Bu seslenişte Nevzat Efendi’nin Asu’suna seslenişi vardı, biliyordu. O yıllara meydan okuyan ses tonu ilk günkü sevdasıyla biricik gönül dostunu çağırmaktaydı. Torununa ıslak, ışıltılı gözlerle seslenişinin ardında o dingin kıyılarında huzur bulduğu eşine özlemi vardı. Sanki bir an için özlediğini hissetmezse yaşlı yüreği kendine ihanet ediverecekti. Torununu pek sever, dizinin dibinden ayırmazdı.
Asude’ye anneannesinden kalan sadece ismi değildi.17 yaşına geldiğinde ona bir emanet bırakmıştı. Annesinin hala kıskanmasına sebep olan bu emanet durmuş, antika bir saatti. Asude gencecik haliyle bile emanetinin değerini anlamış, gözünden sakınmıştı. Saatin bir hikâyesi olmalıydı. Anneannesine sorduğunda o da bunu inkâr etmemişti zaten. Ama bir türlü anlatmaya yanaşmamış, her zaman torununun bu merakına ve emanetine verilen değere hoşnutluğuyla gülümseyerek “zamanı gelince ceylan gözlüm” demişti. Bu anları hatırlayınca Asude’nin gözleri dolar,
“-Ah be Asu hatun; zamanı gelmeden sen gittin…” , derdi dedesini taklit edercesine. Sonra saati eline alır, durmuş olduğu tarihe, sanki baktıkça sırrı çözülüverecekmiş gibi tekrar tekrar bakardı. Tarih 20.07’ydi ve akrep de yelkovanda üç’ün üzerindeydi.
...
     Asude bu aralar babasıyla sürekli tartışıyordu. Babası bunu ondan nasıl isteyebilirdi aklı almıyordu. Ama artık ilk duyduğunda ki şoku atlatmış ve babasının ne kadar ciddi olduğunu anlamıştı. Anneannesinin emanetini, onun gizli hazinesini satmakta nerden çıkmıştı. Bozuk bir saatin bu derece para kazandıracağını öğrenen babasının aklı karışmıştı. Baba o benim ve bana emanet dediğinde babasının anlamasını ve düşüncelerinden utanmasını beklemişti. Ne yazık ki babası onu ilk kez bu kadar yanıltmıştı. Babasına laf anlatamayan Asude kendini yine kelimelere vermişti. Kalem ve kâğıt yıllardır en vefalı dostları olmuştu. Ama bu sefer onların dostluğu da yüreğini serinletmemişti. Radyoya gittiğinde hala babasının bu kadar kör olamayacağına, içinde bulunduğu maddi sıkıntıların onu bu hale getirmiş olduğuna kendini inandırmaya çalışıyordu. Bu sefer yüreğindekileri dinleyicilerine anlatmak istedi ve farkında olmadığı bir çığlıkla ilk cümleleri döküldü gönlünden;
Bu kadar mı eksildik biz? Ne denli soğudu yüreklerimiz de bir zamanlar sahip olduğumuz tüm güzel şeyler kuşlar gibi cıvıldarken şimdi göç etmekteler bir bir?

Yaşar amca yine neşeli bir türküye eşlik ediyordu. Neredeyse son duraklara gelmişti. Yolcuların çoğu inmişti. Aysel ismini verdiği yaşlı emektarını, incitmeye korktuğu sevgilisinin elleriymiş gibi kavradı. Cengiz ön koltuklara gelmişti. Belli ki yaşar amcayla muhabbet etmek istiyordu. Nebahat yenge nasıl Yaşar Amca?
Diye gülümseyerek seslendi. “Aysel’den kopup Nebahat gören mi var? Cengiz’im.” dedi aynı tebessümle Yaşar Amca. Cengiz kaç gündür merak ettiği soruyu sormak için uygun zamanı bulmuştu sonunda:
-Ya Yaşar Amca senin emektarın adı neden Aysel?
Yaşar Amca:
-Nebahat da sorar durur bunu. Söylemedikçe de aklına türlü şeyler gelir durur Cengiz’im. Bak sana anlatırım ama Nebahat Yengen duymasın olur mu? Taze gelin gibi kıskanması, merak etmesi hoşuma gidiyor, dedi.
Cengiz:
-Tamam, Yaşar Amca dedi,
Yaşar Amca:
-Benim kayınpeder Nebahat’ı bana işsizim diye vermiyordu. Birikmişliğim vardı. Bir otobüs alır çalışırım diye düşünürdüm. Zaman daralmıştı, Nebahat’ın görücüsü artmıştı yengen elden gitti gidecek. Para çıkışmadı. Oturdum bir banka kara kara düşünüyorum, birkaç serseri bir kadını tartaklamakta, parasını istiyorlar kadının. Gittim kurtarayım diye, bir de üstüne bıçaklandım ama yaralama işi de karışınca olaya o panikle kaçtılar. Kadının adı Aysel’miş. Vefalı kadınmış vallahi kuru bir teşekkürle kalmadı derdimi dinleyip derman oldu. Bu emektarı da, Nebahat yengeni de onun sayesinde alabildim. Vefa borcudur adını unutmayayım diye de Aysel dedim isminin sahibi gibi vefalı emektarıma. Bir kez bile yarı yolda bırakmadı beni.

Yolcuların bir kısmı daha inmişti. Cengiz’in bu hikâyeden sonra aklı karışmıştı. Yaşar Amca hiç tanımadığı bir kadının bile ismini yaşatırken o bir anda dedesinin ismini silivermişti. Dedesinin kendisine emanet ettiği bir kütüphanesi vardı. Bu kütüphanenin her köşesi ben demek, baban demek yavrum demişti. Yalnızca tabelaya yazmadım Orhan diye, bu duvarlara sindi, kazındı. Burası sana emanetimdir, gözüm arakada kalmayacak demişti. Oysa arsa değer kazanınca nasılda bütün bu sözleri unutuvermişti. Düşüncelerinden Yaşar amcanın radyosunun sesini açmasıyla sıyrıldı.
“…bir zamanlar sahip olduğumuz tüm güzel şeyler kuşlar gibi cıvıldarken şimdi göç etmekteler bir bir? Evet, o adresini unuttuğunuz, ruhunuz gibi rafa kaldırdığınız tozlu, kirli duygularınızın kapladığı vefadan bahsediyorum. Sizce de örümcek bağlamış beyinlerimizi köşe bucak temizleyip, değerlerimizi ortaya çıkarmanın vakti gelmedi mi?”
Cengiz adeta kilitlenmiş gibiydi. Vefa mı? Ne kadar olmuştu bu kelimeyi duymayalı? Bu yabancı sesin her cümlesinde silkiniyor, kendine geliyordu. O hiç susmasın içinde ki tozlardan örümceklerden onu kurtarsın istiyordu. Dinlemeye devam etti:
“insanlara olan vefanızı vicdanınız sorgulasın, ben biraz ortak değerlerimizden bahsetmek istiyorum. Türkçemizden, Zeybeğimizden Cirit’imizden bizi biz yapan değerlerimizden ne kadar da uzağız artık fark edebildiniz mi? Asırlardır duygularımıza tercüman olan Türkçemize bile vefamızı gösteremedik. Eksik bıraktık, kirlettik, soldurduk onu. Zulmediyoruz bizi biz yapan değerlerimize, onları bir bir katlediyoruz. Emanetleri, vefa kalmadı mı yüreğinizde diye çığlık çığlığa bağırırken?”Ben Fatih’in, Seyit Onbaşı’nın, Mustafa Kemal’in, Mehmet Akif’in torunuyum demeye hangimizin yüzü kaldı?
Cengiz, dedesini ve kütüphanenin bahçesine diktikleri ağacı hatırladı. Dedesi:
“-Evlat ben gidiciyim, bu ağaç sana emanetimdir. Ağacımızı besle, büyüt. Şiiri pek sever; Mehmet Akif, Necip Fazıl oku ona. Hikâyeleri de sever; Fatih’in Mustafa Kemal’in destanlarını anlat.”Demişti.
O zamanlar ne kadar komik gelse de meğer dedesi de farkındaymış asıl beslenmesi gerekenin Cengiz’i olduğunun. O ise baltaları saplamış ağacının özünü kurutmuştu. Bu ses hayatına neden bu kadar geç girmişti? Bu yabancı sese ihtiyacı vardı, dinlemeliydi.
“hayatınız durmuş bir saat gibi, birçoğunuz bir tarihe takılıp kalmışsınız. Hatta çoğunuz doğduğuz tarihtesiniz bir adım ilerlememişsiniz. Ama zaman sizi bekleyemez. Hepinizin bir hikâyesi olduğunu biliyorum. Uyanın, unuttuğunuz değerlerinizi uyandırın ölüm uykusundan. Hatırlayın, bunu güneşe, dünyaya, yaratana, hatta dağa taşa bile borçlusunuz. Vefa borcu budur. Alacaklı gibi gırtlağınıza yapıştım ödeyin artık!”
 Durmuş bir saat mi? Bu ses hayatıyla ilgili bu kadar şeyi nerden biliyordu? O böyle derin düşüncelere dalmışken Yaşar amca:
“-Cengiz’im yol buraya kadar inmeye niyetin yoksa beklerim. Ama eve az daha geç kalırsam Nebahat yengen beni öldürür. Bu sevimli ihtiyardan mahrum kalırsın.”Demişti. Cengiz’in dalmış olduğunu fark edince onu dürttü. Cengiz düşüncelerinden sıyrılınca da:
-Bizim kız kelimelerin canına okudu yine, dedi tatlı bir gülümsemeyle.
Cengiz, kelimelerin değil benim değer bilmezliğimin canına okudu diyecekti ama yaşar amcanın bizim kız demesine takılmıştı. Yaşar amcaya sorunca sesin sahibinin Nebahat yengenin ahretliğinin torunu olduğunu öğrendi. Cengiz, senin de bir hikâyen var Asude ve ben seni de hikâyeni de bulacağım dedi kendi kendine. Evini öğrendi. Vefa apartmanı ha? Hiç kapısından geçmemişti Cengiz daha önce oraların…
...
Asude’ye radyoda ki konuşmasının onu nasıl etkilediğini anlattı. Asude’nin gözleri ışıldadı. Birilerinin iç sesi olmak hayaliyle radyoya bu denli bağlanmıştı. Konuşabilecekleri bir yer belirlediler. Cengiz Asude’yi evinden aldı ve sahile gittiler.
Cengiz ilk sorusunu sordu:
Vefayla ilgili konuşmak nerden geldi aklına?
Asude de Cengiz’e anneannesinin emanetini, babasının onu paraya değişmek istediğini ve radyoda ki o konuşmasından sonra babasının hatasını anladığından bahsetti. Ayrıca o saatin bir hikâyesi olduğunu ve bunu bir tek anneannesinin bildiğini söyledi. Anneannesi içinse zaman da saati gibi durmuştu.
Cengiz duyduklarına inanamıyordu. Yüreği sanki yılların keşfini yapmışçasına çarpıyordu. Beyni parçaları birleştirmeye çalışıyordu.
Sesinin titremesine engel olamadan sordu:
O saatin durmuş olduğu tarihi söyler misin?
Asude:
“-Tarih 20.07 ve akreple yelkovan üç’ün üzerinde, ama dediğim gibi hikâyeyi öğrenemedim.”Dedi.
Cengiz duyduklarına inanamıyordu. Bu saat dedesiyle yıllar önce kütüphanenin duvarında ki oyuğa sakladıkları saatin ta kendisiydi. Ve Asude’nin aksine Cengiz hikâyeyi de biliyordu. Bütün bu emanetleri unutup o kütüphaneyi yıktırmayı nasıl düşünebilmişti. Neyse, şuan kendisiyle hesaplaşacağı an değildi. Yarım kalan o hikâyeyi Asude bilmeliydi.
“Ben hikâyeyi biliyorum.” Dedi.
Şaşırma sırası Asude deydi. Asude:
“Ne demek bu?” Deyince Cengiz anlatmaya koyuldu:
Dedemin adı Orhan.20.07.1936’da dedem dört yaşındaymış. Dedemin annesi, kasabanın en güzeli Perihan ile dedemin babası Âdem birbirlerini sevip evlenmişler. Kasabanın zorba eşkıyası, ağası Hüsnü de Perihan’a âşıkmış. Evleneli ne kadar zaman geçerse geçsin kini, öfkesi hiç dinmemiş. Ve işte o saatlerin durduğu tarihte saat 03.15 de dedemlerin evini yaktırmış. Kasabalılar dedemi ve kız kardeşini yangından kurtarabilmişler ancak babası ve annesi kurtulamamış. Yangının şokuyla dedem bir kız kardeşi olduğunu yıllarca hatırlayamadı son yıllarında hatırlamaya başlamıştı. Anlattıkça hatırlayacağını düşünür, aynı felaketi tekrar tekrar anlatırdı. Küçücük yüreğine kazınanlar kadarıyla. Kimsesiz kalan iki çocuğu yetimhane ye vermişler. Dedemin elinde ailesinden kalan tek şey bu durmuş saatti.
ŞİİR KADARSIN BENDE.Asude duyduklarına inanamıyordu. Hikâyeyi öğrenmişti sonunda ama hüzünlü sonu ve iki kardeşin kavuşmasının öteki dünyaya kalması buruk bir acı bırakmıştı kalbinde.
...
Cengiz ile Asude bir karar aldılar. 20.07.2014 saat 03.00’te yani saatlerin durmuş olduğu ana çeyrek kala, saatleri son kez ellerine alıp sessiz bir yolculuktan sonra sırasıyla mezarlara uğradılar. Saatleri mezarlara gömüp üzerine birer çiçek diktiler. O çiçekleri kurutmayacaklar. Kurusa bile yenisini dikeceklerdi birbirlerine söz verdiler. Saatin tik tak sesleri hiç duyulmamıştı ama hayat verdikleri torunlarının kalpleri huzurlu bir ritim tutturmuştu. Ve olanları Asude’nin dedesine anlatmak için Vefa Apartmanına doğru yola koyuldular. Arabayı Cengiz kullanıyordu. Bu sefer adresi tarif etmeye gerek bile duymadı Asude. Adres belliydi. Bir kere de olsa kapısından geçilmişti. Bundan sonra kolay kolay unutulmazdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Önerdiklerim;

  • Çekil Git Benden (şiir)
  • Lucy ( film)
  • Sebepsiz Fırtına ( şarkı)
  • Aşk ve Gurur ( kitap)

Translate