Büyülenmek için şiir ara

1 Nisan 2023 Cumartesi

Atlatıyorum.

 Ben daha yeni atlatıyorum seni

Mesela bu gün son kez numaranı sildim

Bir gece de son kez ağlamıştım senin için

Biliyorum son olduğunu

İlk kez sol yanımın sonuymuş gibi 

Hissettiğim gece öğrenmiştim

Sonların nasıl olduğunu

Söz veremiyorum mesela

Bir şarkıda son kez dinlemeyeceğim seni

Tüm güzel şarkılar da zaten acıya mıhlanmış gibi,

Yine de Sezen tüm git diye haykırışlarının ardından

Gitme dur diyemeyecek artık.


Ben daha yeni atlatıyorum seni

Senin beni beyaz bir yalan gibi savuruşunun ardından

Belki varlığından daha uzun bir zaman geçi

Kolayca unutmayı beceremediğimden

Öyle un ufak ettim ki seni

Önce sesini kestim mesela yalanlarınla

Gözlerine küstüm görmezden geldim meraklı arayışlarını

Yanımda oluşunu oyunlarına yordum

Sarılışını kollarının boş kalışına

Un ufak olmam gerekiyormuş 

Unutmak için seni

Her küçülüşünde gerçeklerin ağırlığında

Büyüdü buruk gülüşlerim.

Öylece darmadağın ettiğin evim

İlk kez bu gün izlerini sildi.

İlk defa bana aslında ne yaptığını anladım bu gün

Seni temize çıkaran ne varsa kafamda

Bir bir hesaba çektim

Susturdum hepsini

Anlattım sevmeyişini ama sevilmek isteyişini

Affeder miyim iyileşmek için yaralayan birisini?

Yine de son kez affettim seni

Böylece veda ettim 

Hiç var olmamışsın gibi.

26 Şubat 2023 Pazar

MAZEMAZ

Olmasaydın,

Olmazdı yokluğunun varlığı şimdi

Kör olmazdım maviye, yeşile

Küsmezdim denize

Ev sayardım ormanın derinliğini.

Gülmeseydim öyle içten

Hep aynı gülüyorum zannederdim.

Bilmeseydim gelişini hiç

Yarım yamalak uykulardan uyanmazdım

Dinlemezdim adım seslerini

Doldurmasaydın hikayemde ki boşlukları

Dolmazdı gözlerim boşluklara dalıp dalıp

Bilmezdim şimdi bende ki eksikliği

Eksilirdi kalabalıkların kimsesizliği

Hafifletmeseydin yalnızlığın yükünü

Kalmazdım böyle yapayalnız

Sarmasaydın öyle sıkıca

Geceler sarmazdı dört bir yanımı

Tutmasaydın ellerimi 

En azından kırılmazdı kolum kanadım

Esirgeseydin üç beş yalan cümleni

Esiri olmazdım inanmadığım sevginin

Görmeseydin zayıflıklarımı

Ve incitmeseydin kırgınlığımdan

Güçlü bilirdim kendimi

Kırmasaydın ilk baharımda dalımdan

Korkup titremezdim kışın ayazından

Birkaç kardelen takardım saçlarıma

Kışı bahar ederdim kana kana

Aşmasaydın var bildiğim mesafeleri

iki adım ötesi uzak olmazdı belki

Sır gibi vermeseydin ellerime sevgini

Açık açık ağlardım gözlerimi

Ansızın yağmasaydın çölüme

Yeşermez sanardım içimde çiçekler

Aramazdım bulutları, bakmazdım gökyüzüne

Mırıldanmasaydın o şarkıları

Belki unutmaya mecalim kalırdı

Kalbime mıhladığın sancıyı

Sarılmasaydın öyle sıkıca

Sarmazdım başıma bu derdi

Çepeçevre sarmasaydın kaçışlarımı

Teslim olmazdım duvarsız zindanlarına


Bir gece ansızın kalbin mi durdu?

Olamadım bulanık sularının evi, yurdu

Sahiplendiğim ne varsa bize dair

Her geceyi yüzüme vurdu,

Her saati yüzüme vurdu,

Her gece senden dem vurdu.

      

                      MAİDE ÇÜRÜK



4 Aralık 2022 Pazar

YARIM

 Sen sevmiyorsun diye ,

Yarım kalmış şiirlerim var,

Seni anlattığı halde.

Sensiz ısıtamaz zaten diye,

Öremediğim battaniyem var,

Bitse de ısınmam herhalde.

Seninle sevmiştim diye,

Bir daha asla izlemeyeceğim filmler var.

Seninle kırıldı diye,

Asla kurulmayacak hayallerim var.

Sen okudun diye,

Devamını yazamadığım cümleler var.

Nefret ettiğim bir defterim,

Kırdığım kalemim var.

Saygısızca kirlettiğin,

Önemsemediğin anılarım var.

Acımasızca soldurduğun,

Yangın sonrası yeşeren çiçeklerim var.

Yarım kalan şarkı listemde,

Artık dinleyemediğim şarkılar var,

Cıvıl cıvıl sesimle eşlik etmiştim bir zamanlar.

Bakmaya cesaret edemediğimden yaktığım fotoğraflar,

Bir daha okumayayım diye sildiğim mesajlar,

Seni hatırlamamak için gitmediğim yerler var.

Seninle başladı diye geçmeyen hastalığım,

Gidişinle ölen ruhum var.

Ne acımasızca öldürdün öyle,

Hiç yokmuşum gibi hissetmişliğim var.

Tüm hislerimi katletmişliğim,

Kalbimden tiksinmişliğim var.

Yarım kalışların cehenneminde,

Yanan bir kız çocuğu var içimde.

Gururumu bile hiçe sayıp da,

Sevmeyişinin çaresizliğine boyun eğişim var.

Öyle bir yıkılışım var ki hele,

Binlerce depremlik enkaz buralar.

Hiç var olmamış gibi o çarpıntılar,

Yok sayışının isyanı var.

Yokluğun değil de ağırıma giden,

Bir daha sevemeyecek olmanın acısı yorar.

Son gücümle sana sığındığım da,

Tüm kapılarını kapatışın var.

Kalbini kalbime yakın sanıp da,

Kalpsizliğine kalbimi heba edişim var.

Küçük adımlarına uçurumdan düşüşüm,

Elimden tutar gibi yapıp itişin var.

Öyle işte öldüm zaten neye yarar,

Belki bir kaç kişi toprak atar.

Bir kaç kişi bu mezara çiçek koyar,

Yağmur yağar toprak kokar,

Mezar bile çiçek açar bir bahar.

Üzerine basıp geçtiğin kuru yapraklar,

Kalbinde çıtırdar bir sonbahar.

Küçük bir kıvılcımla tutuşur,

Bu yangın seni diri diri yakar

3 Aralık 2022 Cumartesi

YARIM

 Sen sevmiyorsun diye ,

Yarım kalmış şiirlerim var,

Seni anlattığı halde.

Sensiz ısıtamaz zaten diye,

Öremediğim battaniyem var,

Bitse de ısınmam herhalde.

Seninle sevmiştim diye,

Bir daha asla izlemeyeceğim filmler var.

Seninle kırıldı diye,

Asla kurulmayacak hayallerim var.

Sen okudun diye,

Devamını yazamadığım cümleler var.

Nefret ettiğim bir defterim,

Kırdığım kalemim var.

Saygısızca kirlettiğin,

Önemsemediğin anılarım var.

Acımasızca soldurduğun,

Yangın sonrası yeşeren çiçeklerim var.

Yarım kalan şarkı listemde,

Artık dinleyemediğim şarkılar var,

Cıvıl cıvıl sesimle eşlik etmiştim bir zamanlar.

Bakmaya cesaret edemediğimden yaktığım fotoğraflar,

Bir daha okumayayım diye sildiğim mesajlar,

Seni hatırlamamak için gitmediğim yerler var.

Seninle başladı diye geçmeyen hastalığım,

Gidişinle ölen ruhum var.

Ne acımasızca öldürdün öyle,

Hiç yokmuşum gibi hissetmişliğim var.

Tüm hislerimi katletmişliğim,

Kalbimden tiksinmişliğim var.

Yarım kalışların cehenneminde,

Yanan bir kız çocuğu var içimde.

Gururumu bile hiçe sayıp da,

Sevmeyişinin çaresizliğine boyun eğişim var.

Öyle bir yıkılışım var ki hele,

Binlerce depremlik enkaz buralar.

Hiç var olmamış gibi o çarpıntılar,

Yok sayışının isyanı var.

Yokluğun değil de ağırıma giden,

Bir daha sevemeyecek olmanın acısı yorar.

Son gücümle sana sığındığım da,

Tüm kapılarını kapatışın var.

Kalbini kalbime yakın sanıp da,

Kalpsizliğine kalbimi heba edişim var.

Küçük adımlarına uçurumdan düşüşüm,

Elimden tutar gibi yapıp itişin var.

Öyle işte öldüm zaten neye yarar,

Belki bir kaç kişi toprak atar.

Bir kaç kişi bu mezara çiçek koyar,

Yağmur yağar toprak kokar,

Mezar bile çiçek açar bir bahar.

Üzerine basıp geçtiğin kuru yapraklar,

Kalbinde çıtırdar bir sonbahar.

Küçük bir kıvılcımla tutuşur,

Bu yangın seni diri diri yakar..

6 Kasım 2022 Pazar

SEN SANRISI

 Üç asırlık yoldan geldim

Ne karanlıklar ezberledim

İki üç sönük yıldıza kanamam derdim

Şimdi derdim mum alevin


Gözlerime yansıyan gün batımı mı?

İslaklığı biraz senden az da deniz vurgunu

Şarkı söylüyordum, üç kez yutkundum

Buruk gülüşlere mıhladım umudu

Kayboldum çaresizce,tutunduğum uçurumdu

Yanılgım çöl çöl aradığım seraplardı

Yandı sonra kalan son bir damla su

Soldu çiçeğim ve ben de soldum

Solumda derin bir soru sızılı

Bunca çarpıntım sanrı mıydı?

4 Kasım 2022 Cuma

YASLA RUHUNU

 Başımı cama yasladım,

Yine bir akşam

 Ben yine bir otobüs penceresinden

 Yolları izliyorum

 Ara ara gözlerim doluyor

 Bir yağmur sesi var kulağımda

 Dışarısı yağmurlu bile değil

 Şiir defterimi unutmuşum

 Kaleme dokunmadan yazmak 

 Yazmak gibi gelmiyor

 Mavi gri bulutlar dolanıyor kafamın içinde

 Halbuki gökyüzü kapkaranlık

 Bir bulut görmek imkansız

 Bir koku var burnumu sızlatan

 Otobüste öyle bir koku olmadığına eminim

 Çünkü ara ara bu kokuyu duyuyorum

 Yer önemli değil

 Bana ev gibi hissettiren bir koku

 Ne ara bu kadar aşina olduğumu anlamıyorum

 Karışık kulaklığımdan dinlediğim müziğe göre

 Bir gülümsüyor bir durgunlaşıyorum

 Bir umutlanıyor bir soluyorum

 Susmak istemiyorum seni

 Şarkılara boğmak, delicesine yaşamak istiyorum

 Anlatmak, yazmak, dolaşmak istiyorum sokaklarında

 Gülümsenebilecek her şeye seninle gülümsemek

 Ağlayabileceğim her gözyaşını seninle tüketmek varken

Yelkovan akrebi boşuna takip etmemeli diyorum

Bir çocuk hırçınlığı var içimde

Büyümeliyim biliyorum

Sanki bin yıl yaşayacakmışım gibi

Ertelemeliyim dilimin ucunda kileri

Bir klarnet çalıyor şimdi

Gözlerim pencereden dışarıya bakıyor

Ama gözlerinden başka bir yer görmüyor

Sonra tüm yükler omzuma biniyor

Tüm buruk gülümsemeler beni sarmalayıveriyor

Bunca uzak yoldan gelmişim de

Bir kaç adımlık gücüm kalmamış gibi

 Kor demirde adım atar gibi yanıyor ayaklarım

 Zaten yorgun dizlerim tutmuyor

  Dönüyorum gerisin geriye

  Yeni bir hayal kurmaya gücüm var da

  Yine kırılacak bir hayalim yok

  İşte şimdi penceremde yollar var

  Ve şehrin ışıkları buluta meydan okuyor

  Cılız bulutlara sevda yüklemek olmaz

  Yağmur yağmayacaksa gözyaşıyla ıslanılmaz

  Kopan kanatlar atıldı bir kenara

  Uçmak yok, yanmak yok artık

  Konmalı usulca, nazende koynuna.

  

  

 

 

 

20 Ekim 2022 Perşembe

Parka Gömülen Oyuncak

Ah benim eli pamuk şekerli

Gözleri buluttan yüreğim

Oyun mu sandın sen sevdayı

Düşüp dizini kanatmaya da benzemiyor ki

Öpüyorum öpüyorum yarandan geçmiyork

Kimse elinden tutup da kaldırmıyor

Haykıra haykıra ağlamayı da bilmiyorsun 

Annen bile yabancıyken acına susuyorsun.


Ah benim hala çamurdan bebekler yapan kalbim

Yine kendi kendine bir oyun kurdun

Oynaya oynaya unuttun saati, yemeyi, içmeyi

Akşam ezanı okunuyor şimdi selanla karışık

Yara bere dizinle eve dönme vakti


Sokaklar sana göre değil, karanlık

Kendini bilmez bir kalbe denk gelirsin

Emek emek kurduğun dünyayı alır elinden

Kırar oyuncaklarını, koparır salıncağını

İki üç damladan başka ne gelir elinden.


Ah benim çocuk yüreğim,

Cıvıl cıvıl sesinin ardında ne çığlıklar

Ağlayışlarında ne kaybedişler gizli

Kimse masal da anlatmayınca sana

Uykuya mı küsüverdin?

Herkese gülen gözlerinle

Kendinden şefkatini mi esirgedin?

Küçük bir yığın olmuşken bir duvar dibinde

Kaç kişi yaslandı sana duvar diye

Acına koca kahkahalar savururken

Her gözü dolanla nasıl ağladın?


Büyü yüreğim

Bu dünya çocukları öyle ya da böyle büyütür

Ya da öldürür

Saf ve temiz olanı saklamaz burası

Büyü de o koca maskelerden bul kendine

Kocaman adamların ardına saklandığı.


Ah benim hayalleri uçsuz bucaksız kalbim

Uçan bir balona koy dilek fenerini

Avuçlarına konsun tüm beklediklerim

İç çektiğince ferah bir soluk alacaklısın

Yandığınca okyanuslara boyanacaksın

Kırılan oyuncakların gibi

Yarım bir sen kaldı ortada

Ve yine bir çocuk sarıverecek seni

O da yaralı bir kurşun asker gibi


Ah benim milyar yıldır aşka aşık kalbim

Ne soylar tüketmiş, bu korun alevi

Ne kalemler kırmış, şiir konuştuğundan beri

Kim küsmüş o yangına, senin haddin mi?

Son kez gülerek oynadın sen bu parkta

Gömdün oyuncaklarını gülüşünden kırıldığında

Bitti saklambaç, sobelenme vakti

O, bulsun istiyorsun seni 

Bunca bekleyiş yeterince büyüttü bizi

Tanıdık bir kalple eve dönme vakti




23 Nisan 2022 Cumartesi

Acı Yeşil

Karanlığa çalan bir yeşil
Karanlıktan çalan 
Baharı çağıran
Siyahı delen bir yeşil
Siyaha çalan.
O an işte, beklenen an bu an
Tam da şuan
Gecenin bağrına bastığı bir renk
Güneşi çağıran
Göğe baktıran.

16 Kasım 2021 Salı

Veda Et Bana

 Ellerini bir kez tutamadım

Onlar vedalar için yaratılmış

Gözlerine bir kez bakamadım

Başkalarına ışıldarmış

Nefesimi unutturan bir kokun vardır

Bir kez bile alamadım

Gözlerimi kapatıp göğsüne yaslamadım başımı

Bize adam akıllı bir veda bile yazamadım

Rüyamda yasladın başını dizime

Senin buruk için,belli yüzünden

Bense kabullenmiş çaresizliği

Sustuk bir merdiven başında

Veda ettiğimi biliyordum sana

Uyandım gözlerim yaşlı

Vedan da rüya aşkın da

Senin adın dilime değdiğinden beri

Zorla bile söylemedi başka isimleri

Kaçmaya çalıştıkça kavrulduğum

İçime öyle dikenli çiçekler ektin ki

Sulamasam öldürdüm diye suçladım kendimi

Suladıkça büyüyüp öldürdüler yüreğimi

Başkasının yazdığı o mektupları

İsterse koynunda sakla şimdi

Mührü açılmamış bir sevdan kaldı 

Yetim bıraktığın şiirler kaldı

Bilmez miyim her zerremi özlediğini

Aklın kaldı

Yarım kaldı

7 Eylül 2021 Salı

NİLÜFER

 Esmer bir okyanusta

Kayıp bir nilüferim

Kıyılar imkansız 

Karalar umrumda değil

Son vakte kadar salınacağım

Fırtınalı geceler mi var?

Yıldızlı gecelerin manzarasıyla aşarız.

Deniz mi tutar hiç seveni

Ellerimden öyle bir tutuşu var ki

Akıllara zarar

Dümen yok, yol belli mi değil

Yolculuk öyle güzel ki

Ve yola çıkılan

Varmak değil aklımdaki

Kaybolmak umarsızca

Aramadan kendimi.

Köklerimi söktüm attım,

Sonsuzluğuna katılacağım

Solup bitene kadar

Maviliğine bembeyaz bir süs takacağım

İnatsa inat

Yanlışsa benim

Gözlerim kapalı karışırım sana

Akıl işi değildir sevda

O bir bana okyanus 

Ve bir tek ben varım ona 

Sırdır bizim yarenliğimiz

Sussada unutmaz kalbimiz

Öyle bulaşmaz kire çamura

Başkasına bulaşmaz tenimiz

Milyarca çiçek var belki

Ve katrilyonca toprak

Bir tek onda açarım ben

O da bir bana yuva zaten

Deli dalgalarına tutkun yüreğim

Dört bir yanımdasın 

her şeye kör gözlerim

Sen yüceliğinle övünürsün

Ben her damlanı ezbere bilirim

Ve benden başkasını kabullenmez derinliklerin

Ben,

Karanlığına taç yapanım beyazı

Issızlığına yağdıranım sevdayı

Bataklığında dahi yükselirim yüzüne

Ve açarım kat be kat yapraklarca

Yine sana gömüleceğim en sonunda

Sana yakışır benim solumda sonumda



5 Eylül 2021 Pazar

SIZI

 Sivri ve zehirli bir buz parçası gibi saplanırım yüreğine

İnce ince kanarsın habersiz

Acıyarak usul usul eritirsin beni 

Ve zehir gibi karışırım kanına

Yok oldum sanma,

kanayan yanım

Artık sen oldum ben 

her yanındayım

Önce soğuk bir terleme alıcak bedenini

Sonra sıtmaya tutulurcasına titreyeceksin

Gözlerin bulanık görecek

Boğazında koca bir düğümle

Nefes almaya çalışacaksın son gücünle

Dişlerini sıkacaksın dayanmak için

Ve adımı bile söyleyemeyecek dudakların

Konduramayacaksın bana bu katli

Yüreğinin üzerine titredim ya bunca zaman

Ölüm meleğim diyemeyeceksin bana

Öyle bir geçeceksin ki kendinden

Yaşayan bir ceset olarak kalkacaksın geri

Tüm dünyanın karanlığı

Beni içine attığın gibi 

Üzerine çullanacak

O zaman anlayacaksın işte

Küçüğüm diye hafife aldın beni

Ve şimdi büyüdüm acıyarak

Koskoca bir sen oldum acıtarak

31 Aralık 2020 Perşembe

Aşinayım Sana.

 Her gecenin bu vaktinde 

Şiirler damlardı yüreğime zehir niyetine,

Zifiriye kadar dilendim dualarca 

Gelişini son avuç açışımda hissettiğim...

Hani insan duvarlar aşarda

Perde aralamaya güç bulamaz kendinde,

Bir nefeslik mesafede soluğum kesilmiş

Adımlarım yılları taşır gibiymiş

Sanki her sevda, kamburdu sırtlarda

Zamanına hapsolmuş yolcu gibiydim

Başka devrin gemisinden inmekteydim,

Yabancısı olduğum ülkede 

Lisanımı bilen tek sendin.

Öyle bir geldin ki; cocukluğumdan bu yana

Sevilmemiş her zerreme kol kanat gerdin.

Ne hatıralar bıraktı  rastladıklarım

Güveni en son vurulduğumda

Sevmeyi ilk defa inandığımda

Ağlamayı çare olmadığında bıraktım.

Sonra kaleler ördüm acizliğime

Çıkmak istedim herkes içeriye hücumdayken

Tüm hislere açtım, yutkunacak son kuru nefesim;

 Ve kabustan rüyaya uyanır gibi

 Karmaşamda bahçelerce çiçek açtın

 Kaçışımı hülyalı yollarla sarmaladın

 Bunca savaşı ömrüme yüklenen ben

 Avuçlarımdan öptün ya sevdayla barıştım.

  Ellerim saçlarından aktığında

 Türkülerce yanık sevdalar dolar kulağıma

 Nereden tanıdık ki bu sesler

 Aşinayım bakışına, ardına, yanına

 Babamın kokusundan mı koymuşlar sana

 Kuytu olmalı koynun sağanaklarda

 Başımı  omzuna her yasladığımda 

  Özlesin alnım dudaklarını,

  Fısılda gürültülü ne varsa.

 Kimsesiz seni tanımayan hücrelerim

 Sindire sindire yağ tepeden tırnağa

 Ben sana sayfalarca seslendim,

 Şiirler hasret adına, yakışına

 Ben seni yazayım, seni okudukça

 Sen yâr ol, sevda ol, türkü ol bana.


 

 

 

 


11 Aralık 2020 Cuma

Kağıt Kesiği

 Aklımda zonklayan bir sancı

Ağzımda buruk bir tat

Boğazımda binlerce düğüm bıraktın

Bu düğümler çözülmeye and içerdi

Yutkunamazdım da 

İçimden sana binlerce sözler geçerdi

Sen bir adım gelmeden önceleri

Ben hep üç adım ileri beş adım geri

Kendi duvarlarıma çarptım durdum öylece

Sen bana gelince ,

Ben duvarlarımı kağıttan yapmışım

Bir kağıt kesiği kaldı yüreğimde

Sen bana gelince ben nasıl sana gelemezdim

Ne geceler ne gündüzler aşmıştık

Nasıl sana geldim diyemezdim

Diyemedim

Gidemedim

Öyle bir kaldım ki sende

Dört kağıt arasında

Tek sızı

Günlerce çarptım,çarpıştım, durdum.

Küçük kanar kağıt kesiği

Sızısı bıçaktan çok

Sen sadece; yazdım,çizdim sandın

Sen sadece kağıttan kuşlar yaptım;

Uçurtmalar uçurdum sandın

Ben hikayeler şiirler yazdım

Sonunu getiremediğim

Boğazıma bir düğüm daha olan şiirler

Sen benden giderken

Ben ıslandım

Kağıtlarım hamur oldu ellerimde

İki dize sonsuz kaldı içimde,

Saatler hep sana çıkar geceleri

Seni bi ayrı ararım aynı saatte..

 Aklımda zonklayan bir sancı

Ağzımda buruk bir tat

Boğazımda binlerce düğüm bıraktın

Bu düğümler çözülmeye and içerdi

Yutkunamazdım da 

İçimden sana binlerce sözler geçerdi

Sen bir adım gelmeden önceleri

Ben hep üç adım ileri beş adım geri

Kendi duvarlarıma çarptım durdum öylece

Sen bana gelince ,

Ben duvarlarımı kağıttan yapmışım

Bir kağıt kesiği kaldı yüreğimde

Sen bana gelince ben nasıl sana gelemezdim

Ne geceler ne gündüzler aşmıştık

Nasıl sana geldim diyemezdim

Diyemedim

Gidemedim

Öyle bir kaldım ki sende

Dört kağıt arasında

Tek sızı

Günlerce çarptım,çarpıştım, durdum.

Küçük kanar kağıt kesiği

Sızısı bıçaktan çok

Sen sadece; yazdım,çizdim sandın

Sen sadece kağıttan kuşlar yaptım;

Uçurtmalar uçurdum sandın

Ben hikayeler şiirler yazdım

Sonunu getiremediğim

Boğazıma bir düğüm daha olan şiirler

Sen benden giderken

Ben ıslandım

Kağıtlarım hamur oldu ellerimde

İki dize sonsuz kaldı içimde,

Saatler hep sana çıkar geceleri

Seni bi ayrı ararım aynı saatte..

3 Kasım 2020 Salı

Aklımda

 Sızımı sana tarif edecek değilim

Yakınacak hiç değilim

Baş ucu kitabımı açarım

Mavi gözlerin değdiği kitap

Bi iki satır okurum

Ki ezbere bilirim çoktan

 Uyumaya çalışırım

 Bir şeyler düşünmeden dalamam uykuya

 Düşündükçe sislenir aklım

 Gözlerim kapanır

 Devamında bir rüyaya bürünür

 Ara ara uyanırım, gülümserim 

Tekrarlarım sabah hatırla ve sevin unutma!

 Bir bakmışım sabah olmuş

 O sabah nasıl oldu bilmem

 Gün ışımaz sanmıştım geceden

 Oluyor işte 

 Güneş şekerler serpmiyor belki üzerime

 Ama doğuyor işte

 Tomurcuklanmasa da eskisi gibi

 Çiçekler hala büyüyor.

 Bir iç çekiyorum gün bitiyor

 Bir satır okuyorum gece bitiyor

 Bitiyoruz.

 Yaşlanıyoruz da

 Yaşanmıyor işte.

19 Ekim 2020 Pazartesi

Geçen Sonbaharda Mesela..

 Adını söylemesi muhtemel olan herkesi yanımda istiyorum

Adının geçmesi gereken her yere koşarak gidiyorum

Yoruluyorum

Şarkıların hissettirdiği hiçbir şey unutulmuyor

Gidemiyorum

Ama nasıl da deniyorum gitmeleri

Nasıl güzel yeniyorum sen krizlerini

Sonunun acı ve burukluk olduğunu bildiğim bir yola girmeyecek kadar büyüdüm

Neden aklım ermezken bulmadın beni

Oysa ne güzel kanardım ben sana

Sensizliğe değilde senin acıtmana ağlardım ne güzel

Sustuğuma değil de sana yanardım 

Hem de ne güzel yanardım.


20 Haziran 2020 Cumartesi

Bu Gün Beş Kere İçimden Öldüm.

Urganı şu adımlarına yaşlar döktüğüm yoldan,
Tabureyi sana gülümsediğim sokaktan aldım.
Aklımı, aklından geçmediğimde yitirdim.
Hükmüme ne ara karar verdim bilmiyorum,
Hoş kendimle ilgili kararlarım hep kalem kırar.
Sen bilmezsin,kimse de bilmedi zaten
Herkese bahar kendime ömrümce güzdüm.
Korktum, başkasının ateşiyle yanmaktan,
Ben kendi odunumu taşıdım şarkılar eşliğinde.
Çivili yataklarda uyudum rüya görürsem inanırım diye,
Kabuslara gülümsedim gecelerce,
Umutlara yasak, hayallere masal, kendime
sus dedim.
Hileli bir cam var beni çevreleyen
 Bakanlar beni göremiyor olsa gerek,
Yandım, ne kadar mutlu dediler
Acıdım, yara almaz dediler
Kanadım, dikenlerime su verdiler.
Ben
Kendi mahkememin en zorba yargıcıydım
Vuruldum,vuruldum,vuruldum..
Kalemlerce kırdım kendimi
Duvarsız zindanlara kapandım
Günlerce boş bir zifiriyi izledim.
Pencerelerden korktum ben
Işıktan usandım.
Belki kül edecek beni,karanlığa alışığım.
Demlendim en koyusu oldum ay ışığının
Herkes göğe baktım sandı,ben mezar kazdım.
Astım  kendimi,ölüm koktu her yerim
Boğuldum .
Mezarıma bir ortanca konuldu.





23 Nisan 2020 Perşembe

KOPUK

Uyarıyorum, kopuk kopuk cümleler dizeler
Hoş hesap sormaya da yüzün yok artık
Yenice öğrendiğim kelimelerin yankısı
Çocuk dilimde tekrarlar ,tekrarlar
Seni diyorum taklit ederek öğrendim ben konuşmayı
Muhabbet kuşu ,
Yalnızlığında bir kaç kelime.
Tehlikelerden uzak gizli bir oda
Sadece saklandığın ve unuttuğun
Güldüğünde uğramadığın birkaç yara
Kopuk kopuk cümleler, dizeler
Döneyim diye anılar serpmişsin fasulye hesabınca
Üç adım ileri beş adım geri savruk dengesiz adımlarım.
İzlerini çek ardımdan, eve dönen yol ıssız ,
korkunç
Büsbütün enkaz oralar, tek fotoğrafın kalmadı sağlam
Kaybolmak niyetim yokluğunun dibine kadar.
Sıcaklığı var pişmanlığın
Sıtmaya tutulmuşcasına giyindiğim
Çirkin ama kendini sevdiren
Şeytan tüylü yol arkadaşları var
Azık niyetine gurur taşıdık yıllardır
Heybe omzu parçaladı yüreğe yüklendi
Ölen, açlıktan da  ölmez ya yeniden
Sırtlandığım ne varsa ayağının dibine
Ruhun uçurumunu adımladık seninle.

16 Nisan 2020 Perşembe

EKSİK

Sancısını küçümseyen bir kadın,
Zavallı bir mum aleviyken,
Firavun ateşine uyandım.
Bağrımda Nevruzlar kutlandı.
Hikayesinin son sayfasını koparmış,
Başlangıçlara borçlu bir kadın,
Acımasız bir düş katiliyken
Yağlı urganlara dolandım.



13 Aralık 2018 Perşembe

Ayazında Hoşgeldim

Şu kuşun kanadına takıldın,
Bir kar pamuğuna benzedin;
Hangi göğe kavuşmaktı niyetin?
Aralığın ortasında çıldırdın!
Ve o senin gözlerin;
Bu suçun elle tutulur kanıtı.
Önceleri mümkündü hapsin;
Firarın sığmaz heceye,
Özgürlüğünün bedeli nefesim,
Göğsümden sevinçle eksildin.
Bir parça kokunla kalmış kafesim,
Sevindim, acizliğin diliydin.
Adını ezberletmiş günlere sesim;
Dindim; çiseledin çiseledin...

O kuşun kanadından düşeceksin,
Ğöğü yerle yeksan edeceksin,
Uçuşunu göreyim diye eksildin,
Zindanlara boyun eğeceksin,
Binlere bölünecek matemin.
Aralığın ortasında gömüldüm,
Bir avuç toprak at , gideceksin.

22 Kasım 2018 Perşembe

Geçmediğin Sokaklarda Yürüyoruz.

Allah sevdiğine kavuştursun!
Yok abla,yorma dilini
Benim onca duamla gelmeyen;
Bir lira için duymaz sesini...
Güldüm,durduk yere herkesin
Ve her şeyin seni hatırlatışını seveyim.
Anlaşmalısın bu şehirle galiba,
Yerdeki taş bile :
"O olsa şimdi burda
Ayağının ucuyla vurmadan geçmezdi"diyor.
Yanından geçtiğim yaşlı büfe
Son söylediğin şarkıyı çalıyor.
Kestane satıyorlar köşede.
Sıcak abla dikkat et diyor.
Ellerin hep soğuk derdi, diyorum
Acısına aldırmadan, ısıtıyorum.
Kömür kokusu sarmış havayı
Bu kokuyu bile sever gibi oluyorum.
İnsan sevince kalbi büyüyor.
Neyi ,ne kadar sevse doymuyor.
Önceleri kızgınlığa boğuyordum hisleri.
Şimdi sanki bir savaş kaybetmişim
 Ama meydanda da başkası kalmamış gibi
 Bir gurur var içimde herkesi öldüren
 Güçlüyüm de, kaybettim be!
 Yürüyorum ama kimse görmüyor ki,
 Yaşıyorum da  kimin nefesiyle?
 Tüm bu dalgınlığımın arasında,
 Bir nine dert yanıyor etrafına
 Zor diyor, bu yaşımda benim adamın
 Karnını doyuruyorum, sobasını yakıyorum.
 Zor diyor ama hizmette de kusur etmiyor.
 Bir gün eksilince evdeki kanepeden,
 Yakınamayacak kadar sessizleşecegini biliyor.
 Aldırma sende benim yakınmalarıma
 Zor gelmeyişinin yükünü sırtlamak
Ama şuramdan gidersen bir gün
Susmakla da geçmez, yazmakla da acımak..

16 Şubat 2018 Cuma

                KAPIYI ÇAL!

Gece mi büyüdü?
Ben mi?
Sence heceler mi öldü?
Sen mi?

Dökemedim gözyaşlarımı.
Şiirler kanattılar yüreğimi
Dikenli teller misali
Sökemedim.

Binlerce sustum ama
İlk kez susturuyordum kalemi.
                                         MAİDE ÇÜRÜK


8 Mayıs 2017 Pazartesi

Al Avucuna Kendini

Göz gezdirdiğin kendine,
Yeniden bakmalısın.
Ve çırpınıp avucuna almalısın ,
Islak kanatlarını.
Nefesini hissederek her defasında,
Isıtmalısın soluyarak; titrek bedenini.
Islak, bitkin, güçsüz bakma gözlerime,
Yağmurda kalan yavru serçe değilsin.
Serçeysen bile,
Kanatlarından vazgeçmemelisin.
Al avucunun içine kendini,
Kimse okşamayacak narin bedenini,
Al avucunun içine kendini 
Başkası alırsa boğuverecek,
Kesecek titrek nefeslerini.
Ele al tüm his varlığını,
Gözlerine getir, baştan aşağı tüm hikayeni.
Beğenmediğin kısmı sil at.
Bu senin hikayen,
Yazar da sensin
Pür dikkat kesilmiş okuyucuda.
Öldürdüğün her kahraman sensin.
Öldür istemediğin seni.

Kelimelerle tutsaklaşır ya insan,
Onları kendi oyununda alt et.
Kelimelerin zincirini kırabilirsin.
Bütün hikaye senin elinde
Yaz, sil,yırt at gerekirse
Boş sayfadan bol hiçbir şey yok
Mürekkep istemediğin kadar çok
Korkma zincirlerini kırmaktan.
Başla, son dediğin her andan!




3 Nisan 2017 Pazartesi

Kaç Promildi Yokluğun?

Kaybolmalıyım gözlerinde,
Özleminde kaybolduğum.
Geceye çektiğim her ah da yanımda olmalısın.
Düşten de güzel anılar alacaklıyım senden.
Birikmiş senetlerinden habersiz, günahsız sevdiğim.

Senden önce bilmezdim kaç kere ölüneceğini
Geceleri zehir damlattın içime,
Şiir bildim seni.
Aklıma ilk senin  gelişinle
Aydınlandı sabahlar.
Ve aklıma gelişin, 
Yeniden yaşama sebebi, yaşama sevinci.

Çocukca neşelerimin katli de sendendir,
O sensiz dakikalarda, nice cinayetler işledin.
Habersiz olman,seni masum mu kılar şimdi?
Kan lekesi yok kanıt olarak,beyaz gömleğinde ama;
Hesabını kim verecek,yastığımdaki gözyaşı izlerinin?



Nereden de bağlandım sana böylesine?
Sigaraya bile dokunmazken
Seni hangi ara çektim içime ölesiye?
Alkolün etkisine rest çeken sarhoşluğumla soruyorum;
Sadece sende kaybettim benliğimi,
Kaç promildi yokluğun?

Ah, benim mesafelerce öteden canıma işleyen, şarabım;
Özlemin,gecelerin altın vuruşu; damarımda akanım.
























23 Mart 2017 Perşembe

Suskunluğum

Sensizlik büyük.
Anlatamam,
Kaldırılacak gibi değil bu yük.
Ezberleyemiyorum senin şarkını.
Uyduramıyorum kelimelere aşkını.
Bana ihanet eden düşüncelerim,
Anı anına uymayan hayallerim;
Seninle dolu cümlelerde susmuşluğum var.
Yangınların ardında sen diye haykıran ben varım.
Ortalığa saçılmış anılarımın arasında,
Sahiplenmen gereken yaralarım var.
Yıldızların kaymadığı gecelerimde,
Bir dileğe muhtaç, binlerce kelimem var.
Ve umrunda olmayan hecelerimde,
Her gece beni uyutmayan kalp atışlarım var.
Umudun eklenmesi gereken kararlarım var,
Hayallerimle kavga etmekten bıktığım.
Ve seni her görüşümde tazelenen,
Adınla başlayan gizli cümlelerim.
Belkide asla bilemeyeceğin,
Ardından konuşmalarım var;
Susan dilimden, nefret eden kalbimle aramda.
Neden diye  sorgulamadığım sen,
Ah, yağmur gibi bir gelsen;
Islanmaya razı gözyaşlarım var.
Onları silsen, yok etsen birden.
Ben gülsem,
Susuz topraklar gibi aniden.

22 Mart 2017 Çarşamba

Biz.

Sen ,
Hayal yanım.
Olmayanım.
Sol yanımın depremi,
Sarsıntım, çarpıntım,
Taş üstünde taş koymayanım.
Ben,
Uçurumun dibinde;
Bana akıtmadığın, göz yaşın.















Satır Başı Uçurum

Rüzgara aşık yaprak gibiydim kollarında,
Savruldum bilmediğim diyarlara.
Bıraktığında beni, usul usul indim;
Bulutların en tepesinden,dalımdan uzaklara.

Fırtınadan kaçarken, 
Yönünü kaybetmiş gibiydim gözlerine bakarken.
Denizin uçsuz bucaksız oluşunu anlatırdı gözlerin.
Fırtınalar koparırdı sana ait yerde.
Boğulmak,tek seçenekti bana verdiğin.

Kokunu anlatmaya yağmuru görevlendirdim;
Yıllarca bağrı yanan toprağa sarıldı.
Etrafı eşsiz bir koku donattı.
Nefessiz kalmayı öğretti, bana yokluğunda.

Sesini kıskanan bir kaç nota keşfettim.
Sesinden daha güzel olabileceklerini sandılar kulaklarımda.
Şarkı oldular, şiir oldular;
Anladılar ki,
Sadece seni anlattıkları kadar güzellerdi aslında.

Sevmekten bahsettim durdum haddimmiş gibi;
Her şiirde,her dizede,her kıt'ada.
Seni anlatamamaktan öteye gidemedim,
Başka kimseye şiir demezken senden başka. 
















21 Mart 2017 Salı

Haresi Hüzünden Saklı

Ayakları çıplaktı küçüğün,
Koca koca dikenler
Canını yakmamak için,
Kenara çekildiler.
ŞİİR KADARSIN BENDE
Üzerinde elbisesi yoktu.
Güneş tenini sahiplenmişti.
Kavruk çelimsiz bir çocuktu,
Umudu,
 Olmayan her şeyinden çoktu.

İçi ışıldıyordu gözünün.
Her gün gördüğümüz güzelliklere bile,
Aşina olamadığı halde,
Uğramamıştı harelerine;
Büyük insanların taptığı hüzün.

Oradan oraya koşturuyordu,
Duruydu, kirlenmekten  habersizdi;
Habersizliğinin, şiire sığmayacak kadar güzelliğinden de.
ŞİİR KADARSIN BENDETüm zalimlikler, korkup köşeye mi sinmişti?
Tehditti kötüye, o çocuktu.
Umuttu.
Buluttan yüreğiyle,
Eşsiz kar tanesi;
Yağmurdu.
ŞİİR KADARSIN BENDE
ŞİİR KADARSIN BENDE

ŞİİR KADARSIN BENDE

20 Mart 2017 Pazartesi

Gel

Gel, 
ŞİİR KADARSIN BENDE

ömrümü eksik;dilimi tutsak bırakanım.
Kalp ağrım, can sızım, gönül buhranım.
Ellerimi sahipsiz, sevdamı çaresiz, beni sensiz koyanım.
Gel,
Gece güneşim, gündüz ayım, acıyı soluma koyanım.
Gel,
Susuz uyanışım, bir damla bulamayışım.
Karanlığıma ay ışığım, ayılışım, ilk bakışım.
Oyalanma, 
Nicedir sensiz kalmışım.

Sen, gönlümden sakındığım; ilk kanmışlığım.

19 Mart 2017 Pazar

Bu Şehir Gittikçe Sana Benziyor

Bu şehir sanki sana benziyor,
Daha dün kar yağıyordu yağmurla karışık;
Bu gün bahar gibi günlük güneşlik.
Garip,seni anlatan şiirlerim bile 
Bu şehre benziyor
Çini kadar karmaşıklaşıyor, şiire sen katınca,
Karıştıkça sırlanıyor, sırlandıkca;
Beni karıştırıyor,sana karıştırıyor.
Şu yıllardır ayakta duran mimarisi,
Tıpkı senin gibi değil mi?
Sanki ben güzelliğine şahit olayım diye ordalar,
Ama şiddetli bir depreme hasret gibi 
Üzerime yıkılmayı bekliyorlar.
Evet;
Bu şehir sana benziyor 
Adım başı serin sular akan çeşmeleri
Susatıyor ama içilmiyor.
Tıpkı bana sunulan aşkın gibi;
Hiç kesilmedi, kana kana da içilmedi,
Ve dinmedi susuzluğum şırıltıların arasında.

ŞİİR KADARSIN BENDE














VARMIŞSIN GİBİ

Sırası değil şimdi,
Sonra gidersin.
Daha yeni demlendi çayımız,
Hele bir içelim.
Biraz susalım beraber,
Gönlümüzde demlensin.

Çay bitti tamam da,
Tam da susmamızın ortasında;
Şimdi gidilir mi hiç?
Bekle biraz daha.
Bir türkü açayım sana.
Yağmur başlar belki dışarıda.
Şemsiyemi de saklarım.
Gitme! Üşürsün derim,
Islanırsın sonra.

Yağmur da azaldı.
Saati bahane ederim,
Hırlısı var, hırsızı var
Hiç tekin değil dışarılar.

Uyu şu köşede.
Bir masal anlatayım sana,
Beğenmezsen ninni de söylerim
Belki rüyanda yer verirsin bana da.
Hadi artık,  nazlanma;
Daha uyuyuşunu izleyeceğim sabaha.

Gözlerini kapattı,
Gözlerimi açtım.
Çaya baktım hiç dokunulmamış,
Yağmurda yağmamış,
Plaklar sırasıyla yerinde.
Gülümsedim.
Rüyama gelmişsin yine.

BENİM LOKOMOTİFİM

   BENİM LOKOMOTİFİM
   Gözleri kendisini yarışma boyunca gözünü kırpmadan izleyen babasını aradı. Babasıyla yaptıkları arabasının demir kısımlarına tutunarak kalktı. Babası kaldırmamıştı düştüğü yerden ama babasının gözünün nuru, alnının teri demirleri, pekâlâ babasının elleriymiş gibi düşünebilirdi. Gitmişti işte. Âdemin babası Sedat amcaya sarılışını izledi. Sedat amcanın, gururla ışıldayan gözlerini, Âdem’e aslan parçam deyişini buruk bir şekilde seyretti. O gün günlüğüne, “Ben yarışmanın en iyi arabasını yapan herkesin imrenerek keşke benim babam olsaydı dediği Deli Salih Ustanın Yenik Savaş’ı.” yazacaktı.
    Salih usta eline aldığı demir parçasıyla oyuncağıyla zevkli bir oyuna dalmış çocuk mutluluğuyla çalışıyordu. Savaş, yine babasına Kozlu’daki ilk yerli lokomotifi nasıl yaptığını anlattırıyordu.
“1941 yılları, devlet yeni lokomotiflere bir sürü para veriyor. Hurda diye kenara atılan parçalarla çalışır vaziyette bir lokomotif yaparım dedim. EKİ Genel Müdürü İhsan Soyak’dan hurda parçalar ve mesai dışında çalışmak için izin istedim. Ve izni aldım. Savaş’ım boşuna Deli Salih Usta demezler bana. Aklım yitik diye değil gözüm karadır diye deli, demirin dilinden iyi anlarım diye de Usta derler. Ben bu lokomotifi onca yoklukta yaparım dedim yaptım da. Yarın lokomotifimi çalıştıracağım diye herkese haber verdim. Meyve veren ağacı taşlarlar derler, hoşnut olmayan, çekemeyenler boruların içine kum doldurmuşlar. Ertesi gün herkesin önünde benim lokomotif çalışmıyor. Bir de ceza kestiler hurda parçaları boşa harcadım diye. Alaycı bakışlara aldırmadım. Emindim benim demirim bana ihanet etmezdi. Eniştenle söktük parçaları, sabotaj olduğunu anladık. Boruların içine kum doldurmuşlar. Salih ustaya vazgeçmek yakışır mı? Yeniden çalıştırmayı başardım. Böylece Zonguldak Kozlu’nun ilk yerli lokomotifini bu eller yaptı.”
Savaş babasını tekrar tekrar dinler, babasıyla gurur duyardı. Savaşa göre, babasının demir sevdasıyla öyle şekilden şekle giriveriyordu demirler, sıcaklık olamazdı demiri böyle eğip büken. O babası gibi Deli Savaş Usta olmak istiyordu. Ama şu araba yarışmalarında yenilgileri yüzünden “Yenik Savaş” olup çıkmıştı. Yenilmekten değil de babasının o yarışların sonunu izleyememesinden sıkılmıştı. Hem babası demir ustasıydı. Ya Savaş? Onun becerebildiği hiçbir şey yoktu. Ne arkadaşı Âdem gibi en kötü arabayla bile birinci olabiliyordu ne de ablası Özden gibi korkusuz olabiliyordu. Keşke ablası gibi o da babasına benzeseydi. Bugün günlüğüne “kendi lokomotifini yap, çalışmazsa vazgeçme; çalışmak zorunda çünkü o lokomotifi sen yapacaksın.” yazdı.
      Salih Usta neşeli bir türkü eşliğinde Savaş’a demirleri nasıl işlediğini öğretiyordu. Savaş babasının işiyle uyumlu bir biçimde dans edişini izlerken aklına yazdığı hikâyeler, şiirler geldi. O da geceleri bir köşeye çekilip kelimeleriyle dans ediyordu. Kalemin ucundaki şarkıyı bir tek o duyabiliyordu. Duyduklarını kâğıtlara anlatırken yepyeni dünyalar keşfediyor, her cümlesinde kendisini de keşfediyordu. Tıpkı babasının işiyle olan dostluğuna kendisinin şahit olduğu gibi, babasının da onun dünyasını keşfetmesini çok isterdi. Salih Usta oğlunu kendisi gibi demir ustası olarak yetiştirmek, dükkânını oğluna emanet etmek istiyordu. Savaş babasının bu hayallerini biliyordu. Zaten kendi hayalleri daha kurduğu anda yenik düşüyordu. Sen Yenik Savaş’sın kurduğun iki-üç cümle mi sana zafer kazandıracak, diye söylendi kendi kendine. Kendine haksızlık etmesi bir yana iki-üç cümle dediklerine haksızlık ettiğini asla öğrenemeyecekti. Babasının oyuncaklarıyla oynarken hep yenik düşecek ve kendi oyuncaklarını sakladığı yerden çıkardığında oyun bitmiş olacaktı. Ve belki de kazandığı zaferlerin kupasını kendine hiç yakıştıramayacak, o hep yenik kalacaktı. Yarın günlüğüne o lokomotif çalışmaz, sen Salih Usta değilsin, savaşma. Kesilen cezaya razı ol yazacaktı.
       Necip fazıl’ın Ben adlı şiirini okuyordu. İlk iki dizesi Savaş’ı çok etkilemişti. Günlüğüne not aldı:
“Ben, kimsesiz seyyahı, meçhuller caddesinin;
 Ben, yankısından kaçan çocuk, kendi sesinin.”
Daha sonra demir seslerinin gürültüsü arasında kaleminin sesini duyamaz oldu. Kalemini bıraktı ve Salih Usta’nın demirlerini tuttu. Hikâyeleri, şiirleri onun sığınağı olmaya devam etti. Ama hep kendine sakladı. Kimsenin onun dünyasını keşfetmesine izin vermedi. Savaş sesinin yankısından kaçtı.
...
    28.07.2015
   Emre, babasına yazdığı kitabın kurgusunu anlatıyordu. Kitabı ha- lası Özden’den esinlenerek yazmıştı. Küçüklüğünden beri halasını çok severdi. Babası, cesaretin halana benziyor, derdi. Özden o zamanların kız çocuğu okutulmaz düşüncesini yerle bir etmiş Salih Usta gibi bir babası olmasına rağmen yolundan dönmemişti. Babası, nasıl olsa iki güne geri döner ne yapar elin memleketinde? Parasız kalınca pilotluk sevdasından vazgeçer, diye düşünmüştü. Fakat Özdenin demirler kadar kolay şekil almaması Deli Salih Ustanın direncini kırmıştı. Özden askeri pilot olmuştu. Gençliğinde babasına “baba o çok sevdiğin demirlerini bana yük diye yüklesen bile yüklerimi gökyüzünde uçuracağım” demişti. Dediğini yapmıştı. Ve o zamanlarda Türkiye’nin umudu olabilecek zorlu çalışmaların sonucu olan bir uçağı denerken sabotaj olduğu düşünülen bir arızayla hayatını kaybetmişti. Emre’nin araştırmalarına göre o uçak zamanının en iyi uçaklarından biri olabilirdi. Ve ülke için büyük bir önemi vardı. Halasının yeri gökyüzüydü onu toprağın altında unutmak haksızlıktı. Kitabı yazma sebebi onu yaşatmaktı. Ama ortada büyük bir sorun vardı. Emre halasını hiç tanıyamamış, sadece hikâyesini dinlemişti. Ve dinledikleri tam olarak halasının nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu anlamasına yetmiyordu. Onu tanımayı, her gününü onunla geçirmeyi ve mutluluklarına, üzüntülerine, direnişine, yapabileceğine olan inancına şahit olmayı çok isterdi. Kitabında bir şeylerin eksik olduğunu düşünüyordu ve yazalı iki yıl olduğu halde daha yayınlamamıştı.
Savaş yıllarca kendisine gizlediklerini ortaya çıkarmanın vaktinin geldiğini anlamıştı. Korkuyordu. Ve yıllarca onu korkutanın gizli dünyasının keşfedilmesi değil de kocaman dünyasının küçümsenmesi olduğunu fark etti. Hâlbuki dünyasını küçümseyen sadece kendisiydi. Bu sefer durum farklıydı. Oğlunun kitabını bitirmesini istiyordu. Emre’nin yazdıklarını kafesinden çıkarmasını özgür bırakmasını istiyordu. Günlüğünü getirdi ve Emre’nin ellerine bıraktı. Ablası Özden’i o günlükten daha güzel hiçbir şey anlatamazdı. İçinde çocuksu bir heyecan vardı. İlk defa kendinden başka birisi onun gizli dünyasına adım atacaktı. Hikâyeleri, şiirleri, anıları keşfedilmeyi bekliyordu. Emre oğluydu ama aynı zamanda iyi bir yazar ve yayımcıydı. Bu heyecanını ve korkusunu  biraz daha arttırmıştı. Emre’ye bakınca oğlunun kendi hayallerini gerçekleştirmiş olmasına imrendi. Oğlunun gençliğinde yazdığı kitapları, hiçbir yayınevinin beğenmemesinin onu yıldırmayışını hatırladı. Artık vazgeçmesini kendini çok yıprattığını söylemeye kalksa da Emre  “yazacağım baba, daha iyisini yazacağım. Biliyorum yapabilirim sadece sesimin yankısını arıyorum. Dağ ne kadar büyükse o kadar güçlü bağıracağım. Sesimin yankısını herkes duyacak” demişti. Savaş oğluna hayranlıkla bakmış, Yenik Savaş’tan da yenilgiyi kabullen demesi beklenirdi zaten diye kendi kendine söylenmişti
 Emre babasının günlüğünü okumayı bitirdi. Şaşkındı, mutluydu, heyecanlıydı. Babasının kaleminin bu kadar kuvvetli oluşuna ve bundan hiç haberi olmamasına çok şaşırmıştı. Halası Özden’i tam anlamıyla tanıyabilmişti. Ve kitabı birkaç değişiklik yapmasıyla eksiksiz olacaktı. Parçalar yerine oturmuştu. Babasının kitapta ki yeri bambaşka olmalıydı. Özden’in küçük erkek kardeşi, keşfedilmeyi beklerken üzerine demirler yığılmış ve kendinde o demirlerden kurtulacak gücü bulamamış gizli bir hazineydi. Ve Emre keşfettiği hazinenin heyecanını yaşıyordu. Hemen babasının yanına gitti. “Baba neden bu zamana kadar bana yazdıklarından hiç söz etmedin” dedi. Savaş “boş ver oğlum yaş olmuş yetmiş dört  bunca yıl bana sırdaş oldular öyle kalsın artık” dedi. Emre, “babacığım ben iyi bir yayımcıyım ve iyi bir eserin peşini bırakmam işime ihanet anlamına gelir. Bütün bunların senin ölümünle birlikte ölmesine izin veremezsin” dedi. Savaş oğluna hak vermişti. Ayrıca bu konuda bilgili birisinin yazdıklarını bu kadar önemsemesi ona güç vermişti. İhtiyar yüreği zafere yaklaştığını hissediyordu. Kendine haksızlık ettiğini anladı. Savaş yenik falan değildi, sadece kendine ait olmayan bir arabadaydı. Kendi arabasını keşfettiğinde ise yarışın hala bitmemiş olduğuna sevindi. İçinde yapabileceğine dair bir umut vardı. Umarım çok geç değildir diye düşündü.
   Emre babasına ilk basımın şimdiden ne kadar çok satıldığını haber vermek için küçük bir çocuk  gibi koşarak eve gitti. Savaş kitaba “Benim Lokomotif’’im” ismini vermişti. Emre ise kendi kitabının sonunda Savaş adlı kahramanın babası olduğunu, babasının yazdığı kitabı anlatmıştı. İki kitapta büyük ilgi görmüştü. Şimdi babasına bu müjdeli haberi bir an önce ulaştırmak istiyordu. Kapıyı açan olmadı. Anahtarını kullanarak açtı. Babasını yatağında uyuklarken buldu. İlk önce rahatsız etmek istemedi, ama sehpanın üzerinde ki kâğıt dikkatini çekti. Eline aldı okumaya başladı;
“Ben toprağın üstünde, ömrüm altındaymış yıllardır;
Ömrümü çıkardım mezarından yeri boş kalmış.
Kendi cenazeme ağlamışım yaşadıkça bunca zamandır
Yaşamaya başladım yeni, kim beni öldüm sanmış?”
Emre babasına defalarca seslendi babası uyanmadı. Gözlerinden öptü babasının ve kulağına eğildi “Savaş bitti sen kazandın Baba. Zafer senin, Yenik Savaş’ı yendin” dedi ve babasının açık kalan gözlerini elleriyle kapattı.
  Emre tüm havayollarıyla anlaşma yapmıştı. Halası Özden’in ana kahraman olduğu kitap, her yolcunun okuyabilmesi için tüm uçaklara konulmuştu. Özden hak ettiği gibi gökyüzünde kalmalıydı. Savaş’ın Benim lokomotif’im adlı eseri birkaç dile çevrilmişti. Ayrıca kitaptan esinlenerek bir sürü film çekilmişti. Savaş’ı kendisinden başka hiç kimse Yenik Savaş olarak hatırlamayacaktı.
                                                                                                  MAİDE ÇÜRÜK

VEFAYA ÇEYREK KALA

   Radyodan eve dönerken her zaman ki gibi işten dönmenin huzur verici hali yoktu üzerinde. Bu akşam garip bir şekilde radyo ya ne kadar bağlı olduğunu anladı. Asude için işi bir çeşit tedaviydi. Düşünceleri taksici gencin adresi sormasıyla bölündü. Vefa Apartmanına gitmek istediğini söyledi. Ne var ki adresi iyice tarif etmesi gerekirdi her seferinde. Bu durumu apartmanın taşıdığı isim gibi uğranmayan yerlerde, unutulmaya yüz tutmuş olmasına yorardı. Ve her seferinde evinin adresinin bilinmemesine nedenini anlamadan içerlerdi.
      Evine geldiğinde komşusu Nebahat ablayı gördü. Yine olanca sıcaklığıyla Asude’m nasılsın? Diye sordu. Nebahat abla anneannesinin dostu, sırdaşıydı. Kim bilir belki de sırf anneannesinin ismini taşıyışından; Asude’yi hep dostuna benzetir, görünce gözleri ışıldardı. Anneannesine benzetilmesi hoşuna giderdi Asude’nin. Özellikle de dedesinin öyle bir seslenişi vardı ki Asu’m derdi. Asude’nin bu kelime deki buram buram sevgi olanca sıcaklığıyla içine işlerdi. Bu seslenişte Nevzat Efendi’nin Asu’suna seslenişi vardı, biliyordu. O yıllara meydan okuyan ses tonu ilk günkü sevdasıyla biricik gönül dostunu çağırmaktaydı. Torununa ıslak, ışıltılı gözlerle seslenişinin ardında o dingin kıyılarında huzur bulduğu eşine özlemi vardı. Sanki bir an için özlediğini hissetmezse yaşlı yüreği kendine ihanet ediverecekti. Torununu pek sever, dizinin dibinden ayırmazdı.
Asude’ye anneannesinden kalan sadece ismi değildi.17 yaşına geldiğinde ona bir emanet bırakmıştı. Annesinin hala kıskanmasına sebep olan bu emanet durmuş, antika bir saatti. Asude gencecik haliyle bile emanetinin değerini anlamış, gözünden sakınmıştı. Saatin bir hikâyesi olmalıydı. Anneannesine sorduğunda o da bunu inkâr etmemişti zaten. Ama bir türlü anlatmaya yanaşmamış, her zaman torununun bu merakına ve emanetine verilen değere hoşnutluğuyla gülümseyerek “zamanı gelince ceylan gözlüm” demişti. Bu anları hatırlayınca Asude’nin gözleri dolar,
“-Ah be Asu hatun; zamanı gelmeden sen gittin…” , derdi dedesini taklit edercesine. Sonra saati eline alır, durmuş olduğu tarihe, sanki baktıkça sırrı çözülüverecekmiş gibi tekrar tekrar bakardı. Tarih 20.07’ydi ve akrep de yelkovanda üç’ün üzerindeydi.
...
     Asude bu aralar babasıyla sürekli tartışıyordu. Babası bunu ondan nasıl isteyebilirdi aklı almıyordu. Ama artık ilk duyduğunda ki şoku atlatmış ve babasının ne kadar ciddi olduğunu anlamıştı. Anneannesinin emanetini, onun gizli hazinesini satmakta nerden çıkmıştı. Bozuk bir saatin bu derece para kazandıracağını öğrenen babasının aklı karışmıştı. Baba o benim ve bana emanet dediğinde babasının anlamasını ve düşüncelerinden utanmasını beklemişti. Ne yazık ki babası onu ilk kez bu kadar yanıltmıştı. Babasına laf anlatamayan Asude kendini yine kelimelere vermişti. Kalem ve kâğıt yıllardır en vefalı dostları olmuştu. Ama bu sefer onların dostluğu da yüreğini serinletmemişti. Radyoya gittiğinde hala babasının bu kadar kör olamayacağına, içinde bulunduğu maddi sıkıntıların onu bu hale getirmiş olduğuna kendini inandırmaya çalışıyordu. Bu sefer yüreğindekileri dinleyicilerine anlatmak istedi ve farkında olmadığı bir çığlıkla ilk cümleleri döküldü gönlünden;
Bu kadar mı eksildik biz? Ne denli soğudu yüreklerimiz de bir zamanlar sahip olduğumuz tüm güzel şeyler kuşlar gibi cıvıldarken şimdi göç etmekteler bir bir?

Yaşar amca yine neşeli bir türküye eşlik ediyordu. Neredeyse son duraklara gelmişti. Yolcuların çoğu inmişti. Aysel ismini verdiği yaşlı emektarını, incitmeye korktuğu sevgilisinin elleriymiş gibi kavradı. Cengiz ön koltuklara gelmişti. Belli ki yaşar amcayla muhabbet etmek istiyordu. Nebahat yenge nasıl Yaşar Amca?
Diye gülümseyerek seslendi. “Aysel’den kopup Nebahat gören mi var? Cengiz’im.” dedi aynı tebessümle Yaşar Amca. Cengiz kaç gündür merak ettiği soruyu sormak için uygun zamanı bulmuştu sonunda:
-Ya Yaşar Amca senin emektarın adı neden Aysel?
Yaşar Amca:
-Nebahat da sorar durur bunu. Söylemedikçe de aklına türlü şeyler gelir durur Cengiz’im. Bak sana anlatırım ama Nebahat Yengen duymasın olur mu? Taze gelin gibi kıskanması, merak etmesi hoşuma gidiyor, dedi.
Cengiz:
-Tamam, Yaşar Amca dedi,
Yaşar Amca:
-Benim kayınpeder Nebahat’ı bana işsizim diye vermiyordu. Birikmişliğim vardı. Bir otobüs alır çalışırım diye düşünürdüm. Zaman daralmıştı, Nebahat’ın görücüsü artmıştı yengen elden gitti gidecek. Para çıkışmadı. Oturdum bir banka kara kara düşünüyorum, birkaç serseri bir kadını tartaklamakta, parasını istiyorlar kadının. Gittim kurtarayım diye, bir de üstüne bıçaklandım ama yaralama işi de karışınca olaya o panikle kaçtılar. Kadının adı Aysel’miş. Vefalı kadınmış vallahi kuru bir teşekkürle kalmadı derdimi dinleyip derman oldu. Bu emektarı da, Nebahat yengeni de onun sayesinde alabildim. Vefa borcudur adını unutmayayım diye de Aysel dedim isminin sahibi gibi vefalı emektarıma. Bir kez bile yarı yolda bırakmadı beni.

Yolcuların bir kısmı daha inmişti. Cengiz’in bu hikâyeden sonra aklı karışmıştı. Yaşar Amca hiç tanımadığı bir kadının bile ismini yaşatırken o bir anda dedesinin ismini silivermişti. Dedesinin kendisine emanet ettiği bir kütüphanesi vardı. Bu kütüphanenin her köşesi ben demek, baban demek yavrum demişti. Yalnızca tabelaya yazmadım Orhan diye, bu duvarlara sindi, kazındı. Burası sana emanetimdir, gözüm arakada kalmayacak demişti. Oysa arsa değer kazanınca nasılda bütün bu sözleri unutuvermişti. Düşüncelerinden Yaşar amcanın radyosunun sesini açmasıyla sıyrıldı.
“…bir zamanlar sahip olduğumuz tüm güzel şeyler kuşlar gibi cıvıldarken şimdi göç etmekteler bir bir? Evet, o adresini unuttuğunuz, ruhunuz gibi rafa kaldırdığınız tozlu, kirli duygularınızın kapladığı vefadan bahsediyorum. Sizce de örümcek bağlamış beyinlerimizi köşe bucak temizleyip, değerlerimizi ortaya çıkarmanın vakti gelmedi mi?”
Cengiz adeta kilitlenmiş gibiydi. Vefa mı? Ne kadar olmuştu bu kelimeyi duymayalı? Bu yabancı sesin her cümlesinde silkiniyor, kendine geliyordu. O hiç susmasın içinde ki tozlardan örümceklerden onu kurtarsın istiyordu. Dinlemeye devam etti:
“insanlara olan vefanızı vicdanınız sorgulasın, ben biraz ortak değerlerimizden bahsetmek istiyorum. Türkçemizden, Zeybeğimizden Cirit’imizden bizi biz yapan değerlerimizden ne kadar da uzağız artık fark edebildiniz mi? Asırlardır duygularımıza tercüman olan Türkçemize bile vefamızı gösteremedik. Eksik bıraktık, kirlettik, soldurduk onu. Zulmediyoruz bizi biz yapan değerlerimize, onları bir bir katlediyoruz. Emanetleri, vefa kalmadı mı yüreğinizde diye çığlık çığlığa bağırırken?”Ben Fatih’in, Seyit Onbaşı’nın, Mustafa Kemal’in, Mehmet Akif’in torunuyum demeye hangimizin yüzü kaldı?
Cengiz, dedesini ve kütüphanenin bahçesine diktikleri ağacı hatırladı. Dedesi:
“-Evlat ben gidiciyim, bu ağaç sana emanetimdir. Ağacımızı besle, büyüt. Şiiri pek sever; Mehmet Akif, Necip Fazıl oku ona. Hikâyeleri de sever; Fatih’in Mustafa Kemal’in destanlarını anlat.”Demişti.
O zamanlar ne kadar komik gelse de meğer dedesi de farkındaymış asıl beslenmesi gerekenin Cengiz’i olduğunun. O ise baltaları saplamış ağacının özünü kurutmuştu. Bu ses hayatına neden bu kadar geç girmişti? Bu yabancı sese ihtiyacı vardı, dinlemeliydi.
“hayatınız durmuş bir saat gibi, birçoğunuz bir tarihe takılıp kalmışsınız. Hatta çoğunuz doğduğuz tarihtesiniz bir adım ilerlememişsiniz. Ama zaman sizi bekleyemez. Hepinizin bir hikâyesi olduğunu biliyorum. Uyanın, unuttuğunuz değerlerinizi uyandırın ölüm uykusundan. Hatırlayın, bunu güneşe, dünyaya, yaratana, hatta dağa taşa bile borçlusunuz. Vefa borcu budur. Alacaklı gibi gırtlağınıza yapıştım ödeyin artık!”
 Durmuş bir saat mi? Bu ses hayatıyla ilgili bu kadar şeyi nerden biliyordu? O böyle derin düşüncelere dalmışken Yaşar amca:
“-Cengiz’im yol buraya kadar inmeye niyetin yoksa beklerim. Ama eve az daha geç kalırsam Nebahat yengen beni öldürür. Bu sevimli ihtiyardan mahrum kalırsın.”Demişti. Cengiz’in dalmış olduğunu fark edince onu dürttü. Cengiz düşüncelerinden sıyrılınca da:
-Bizim kız kelimelerin canına okudu yine, dedi tatlı bir gülümsemeyle.
Cengiz, kelimelerin değil benim değer bilmezliğimin canına okudu diyecekti ama yaşar amcanın bizim kız demesine takılmıştı. Yaşar amcaya sorunca sesin sahibinin Nebahat yengenin ahretliğinin torunu olduğunu öğrendi. Cengiz, senin de bir hikâyen var Asude ve ben seni de hikâyeni de bulacağım dedi kendi kendine. Evini öğrendi. Vefa apartmanı ha? Hiç kapısından geçmemişti Cengiz daha önce oraların…
...
Asude’ye radyoda ki konuşmasının onu nasıl etkilediğini anlattı. Asude’nin gözleri ışıldadı. Birilerinin iç sesi olmak hayaliyle radyoya bu denli bağlanmıştı. Konuşabilecekleri bir yer belirlediler. Cengiz Asude’yi evinden aldı ve sahile gittiler.
Cengiz ilk sorusunu sordu:
Vefayla ilgili konuşmak nerden geldi aklına?
Asude de Cengiz’e anneannesinin emanetini, babasının onu paraya değişmek istediğini ve radyoda ki o konuşmasından sonra babasının hatasını anladığından bahsetti. Ayrıca o saatin bir hikâyesi olduğunu ve bunu bir tek anneannesinin bildiğini söyledi. Anneannesi içinse zaman da saati gibi durmuştu.
Cengiz duyduklarına inanamıyordu. Yüreği sanki yılların keşfini yapmışçasına çarpıyordu. Beyni parçaları birleştirmeye çalışıyordu.
Sesinin titremesine engel olamadan sordu:
O saatin durmuş olduğu tarihi söyler misin?
Asude:
“-Tarih 20.07 ve akreple yelkovan üç’ün üzerinde, ama dediğim gibi hikâyeyi öğrenemedim.”Dedi.
Cengiz duyduklarına inanamıyordu. Bu saat dedesiyle yıllar önce kütüphanenin duvarında ki oyuğa sakladıkları saatin ta kendisiydi. Ve Asude’nin aksine Cengiz hikâyeyi de biliyordu. Bütün bu emanetleri unutup o kütüphaneyi yıktırmayı nasıl düşünebilmişti. Neyse, şuan kendisiyle hesaplaşacağı an değildi. Yarım kalan o hikâyeyi Asude bilmeliydi.
“Ben hikâyeyi biliyorum.” Dedi.
Şaşırma sırası Asude deydi. Asude:
“Ne demek bu?” Deyince Cengiz anlatmaya koyuldu:
Dedemin adı Orhan.20.07.1936’da dedem dört yaşındaymış. Dedemin annesi, kasabanın en güzeli Perihan ile dedemin babası Âdem birbirlerini sevip evlenmişler. Kasabanın zorba eşkıyası, ağası Hüsnü de Perihan’a âşıkmış. Evleneli ne kadar zaman geçerse geçsin kini, öfkesi hiç dinmemiş. Ve işte o saatlerin durduğu tarihte saat 03.15 de dedemlerin evini yaktırmış. Kasabalılar dedemi ve kız kardeşini yangından kurtarabilmişler ancak babası ve annesi kurtulamamış. Yangının şokuyla dedem bir kız kardeşi olduğunu yıllarca hatırlayamadı son yıllarında hatırlamaya başlamıştı. Anlattıkça hatırlayacağını düşünür, aynı felaketi tekrar tekrar anlatırdı. Küçücük yüreğine kazınanlar kadarıyla. Kimsesiz kalan iki çocuğu yetimhane ye vermişler. Dedemin elinde ailesinden kalan tek şey bu durmuş saatti.
ŞİİR KADARSIN BENDE.Asude duyduklarına inanamıyordu. Hikâyeyi öğrenmişti sonunda ama hüzünlü sonu ve iki kardeşin kavuşmasının öteki dünyaya kalması buruk bir acı bırakmıştı kalbinde.
...
Cengiz ile Asude bir karar aldılar. 20.07.2014 saat 03.00’te yani saatlerin durmuş olduğu ana çeyrek kala, saatleri son kez ellerine alıp sessiz bir yolculuktan sonra sırasıyla mezarlara uğradılar. Saatleri mezarlara gömüp üzerine birer çiçek diktiler. O çiçekleri kurutmayacaklar. Kurusa bile yenisini dikeceklerdi birbirlerine söz verdiler. Saatin tik tak sesleri hiç duyulmamıştı ama hayat verdikleri torunlarının kalpleri huzurlu bir ritim tutturmuştu. Ve olanları Asude’nin dedesine anlatmak için Vefa Apartmanına doğru yola koyuldular. Arabayı Cengiz kullanıyordu. Bu sefer adresi tarif etmeye gerek bile duymadı Asude. Adres belliydi. Bir kere de olsa kapısından geçilmişti. Bundan sonra kolay kolay unutulmazdı.

Ne zaman büyüdük?





En son ne zaman içten güldük?
İçimizi dolduran bir boşluk olmadan,
Ne zaman çığlık attık doyasıya?
Susarak haykırmayı öğrendiğimizden beri
Öğrendiler mi içimizdekileri?
Yoksa çok mu oynadık saklambaçları küçükken?
Ebelenmekten bu kadar mı korktuk yoksa?
Gizlendiğimiz köşede unutulmak varken?



SENİNLE DOLU YOKLUĞUN

Sessizce dalıp gitmemin sebebi var,

Sokağın ve umursamayan kalabalığın ortasında.
Sebepsizce, sensiz kalışımın ızdırabı har,
Kokunun ve gitmeyen gidişlerinin yanı sıra.
Dinlemeyi bilene, çok şey anlatırlar;
Eskimiş evler, yamalı asfalt yollar…
Bugün, ben mi seni anlatmaya doyamıyorum?
Yoksa sokaklarda mı gidişine isyandalar?
Sokakları mı şahit gösterdin hatıralarımıza?
Giderken mühürlü dillerimi rahatlattı içini?
Ne de olsa haykıramazlardı, benden başkasına değil mi?
Tam şurada, sımsıkı sarılıp ettiğin yemini.
Belki, gelmek istersin diye söylüyorum,
Hala gülüşmelerimizi hatırlıyor bu sokaklar.
Yakalanmadan, bir gün olsun geçsem diyorum,
Meraklı teyzeler gibi pencerede bekliyor anılar. 
                                                                              MAİDE

Kelimeler, seni anlatmak için birleşmişti; şiir oldular sonra.


Önerdiklerim;

  • Çekil Git Benden (şiir)
  • Lucy ( film)
  • Sebepsiz Fırtına ( şarkı)
  • Aşk ve Gurur ( kitap)

Translate